iistanbul zaman kumpanyası

Hikâyem, bir tesadüfle başladı. 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken, yaz tatili için gittiğim Antalya’da, rastlantı eseri girdiğim bir kuyumcu dükkânında, Ahmet Şapçı’yla tanıştım.  İngilizce ve Almanca bilen bir eleman arıyordu, yanında satıcı olarak çalışmaya başladım, daha sonra da sırasıyla ortak ve yakın dost olduk. Turizmin Türkiye’de patladığı yıllardı. Bir sonraki sezon ortak olduk. Sonra da ben, Akdeniz bölgesinde, İstanbul’da, daha sonra da Almanya’da, kendi mağazalarımı açmaya başladım. 1992 senesinde evlendim ve ağırlıklı olarak İstanbul’da oturmaya ve yeni mağazalar açmaya başladım. Berlin duvarı yıkılıp Sovyet imparatorluğu dağıldıktan sonra mücevher sektöründe çok enteresan şeyler olmaya başlamıştı. Hiç unutmuyorum, o zamanlar neredeyse tüm diğer kuyumcular gibi biz de kopya altın saatler satardık. Birdenbire, eski Sovyet ülkelerinden gelen turistler, bu kopyalara göz atıp, kollarındaki marka saatleri gösterip bizimle dalga geçmeye başlamışlardı. Buna paralel olarak, dünyadaki lüks mücevher ve saat üreticileri de altın çağlarını yaşamaya başladılar. Neredeyse yok olmaya yüz tutmuş bu iki endüstri, birdenbire canlanarak, milyarlarca dolarlık cirolar yapmaya, diğer küçük ama gelecek vadeden markaları satın almaya, en önemlisi de, ürettikleri ışıltılı şeyler için müthiş bütçelerle büyük medya kampanyaları yürütmeye başlamışlardı.

Marka ve lüks kavramlarının artık ayrılamaz bir ikili olduğunu anlamaya başlamıştım. 90’ların başlarından itibaren, kopyalanmış değil tasarlanmış mücevherin geleceği olabileceğe karar verdim ve ünlü İtalyan mücevher markalarını Türkiye’de satmaya başladım. 1997 senesinde çok büyük bir mağaza açmıştık, o kadar büyüktü ki, içini mücevherle doldurmak mümkün olmadı, ben de çok sevgili Shelly Ovadia ile bir fuarda tanışıp,  mümessilliğini yaptığı saat markalarını satma şansını yakaladım. Kendisi dünyanın en büyük saat markalarının temsilcisiydi, ama ben ona gittiğimde, hiç unutmuyorum, “Biz bu markaların mümessiliyiz ama kendi mağazalarımız dışında bir bayilik sisteminin olabileceğini hiç düşünmemiştim,” demişti.

1998 Yılında Basel Fuarına, yine mücevher siparişlerimizi vermeye gittiğimde, tesadüfen Gerd R. Lang ile tanıştım. Ünlü saat tasarımcısı Lang, Chronoswiss saat markası ile o zamanlar dünya çapında çok büyük bir çıkış yapmıştı. Saatler o kadar güzeldi ki, ilk görüşte aşk gibi bir şey oldu. Türk pazarı için anlaştık, siparişlerimizi verdik ve üç ay gibi çok kısa bir süre içinde, inanılmaz bir başarı yakaladık.

Saatlerin büyülü dünyasına girdikten sonra dünyanın o zamanlar yaşayan en büyük saat ustası olan Gerald Genta ile tanıştım ve markasının temsilciliğini aldım. Saat işi çok iyi gidiyordu, ama benim gözüm çok daha yükseklerdeydi. 2000’li yılların başlarında, Richemont gurubu ile görüşmelere başladım. Onlar da dünyadaki gelişmelere paralel olarak birçok ülkedeki temsilciliklerini değiştirmek arzusundaydılar. Çok geçmeden gruptan Guillain Maspetiol benimle temas kurdu. IWC ve Jaeger-LeCoultre için benim aday adayı olabileceğimi söyledi. Sevinçten havalarda uçuyordum. Mücevher gurubundaki ortaklarıma, artık birlikte çalışamayacağımızı söyledim ve ‘ceketimi alıp’ çıktım. CHRONOS Istanbul o zaman kuruldu. Müthiş bir ekip olduk, biz kurulduktan bir ay sonra Guillain tekrar aradı ve IWC’yi Türkiye’de bizim temsil edeceğimizin müjdesini verdi ve birlikte çalışmaya başladık. Bir yıl sonra, Richemont Grubu’nun diğer önemli saat markalarından Jaeger-LeCoultre ve hemen ardından Piaget’in temsilciliği de bize geçti. 2010 yılına kadar bu markalarla birlikte Türkiye’de olabilecek en büyük başarıyı yakaladık.

O kadar başarılı olduk ki, bir gün IWC’nin CEO’su Georges Kern İstanbul’a geldiğinde, duymak üzere olduğum şeyi söyleyeceğini gerçekten hiç beklemiyordum. Bana, gelinen yolda elde edilen büyük başarılar için teşekkür etti ve artık Richemont Grubu’nun dağıtımını Türkiye’de kendilerinin yapacağını söyledi. Fakat biz daha bir yıl önce, müthiş paralar harcamış, IWC, Jaeger-LeCoultre ve Piaget’in özel butiklerini açmış, korkunç bütçelerde medya kampanyaları yürütmüştük. Birikimimizin tümüne yakını, temsilcisi olduğumuz markaları Türkiye’de tanınır olmanın ötesine taşıyan, hem hedef kitlelerimiz hem de medyanın nezdinde, arzu objelerine dönüştüren yatırımlarla bağlantılıydı. Böylece de o gün, benim yıkımım oldu.

50 yaşında, varlığını ve hayatını, tümüyle mekanik saatlere adamış bir adamın elinde artık hiç bir şeyi yoktu. En azından o gün için durum henüz böyle görünüyordu. Bugün artık müstehzi bir gülümsemeyle söylüyorum bunu: Beni yıkımın eşiğine getiren de, ilerlememi sağlayan da IWC oldu. Sonrasında eşimden ayrıldım. Hayatım tümden değişmişti ve bir şeyler yapmam gerekiyordu. Mücevherden geri dönüşü olmayacak şekilde çıkmıştım, temsilciliğini yapılacak saat markası da kalmamıştı. Fakat nasıl bir sevdaysa şu saatler, hâlâ bir türlü yakamı bırakmıyordu.

Her zaman inanmışımdır; insanların sevdikleri ve bildikleri işleri yapmaları, başarıyı mutlaka getirir.

Zaman içinde aklıma hayatımın fikri geldi. Bunca bilgi ve tecrübe ziyan olmamalıydı; benim saat yapmam, kendi markamı oluşturmam gerekliydi. Bunu daha önce niye düşünmemiştim! Tüm yaşadıklarım, içinde bulunduğum sıra dışı şartlar olmasa, bu fikir de doğmayacaktı. Savaş bazen bir şey yapmasa da insana gelir. Ya savaşırsın, ya yok olursun. Ben de, başından beri buna hazırlanıyormuşum, fakat 20 yıl önce yapmam mümkün olmazdı, her şey beni şimdi geldiğim bu yol ayrımında vereceğim asıl karara hazırlamak içinmiş dedim, ayağa kalktım ve yoluma devam ettim.

80’li yılların ikinci yarısından sonra piyasaya birçok yeni saat markası girmişti. Ama bunların içinden, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azı başarılı olmuş, diğerleri tarihin raflarında bile yerlerini alamadan yok olup gitmişlerdi. Benim ise, hata yapacak ne vaktim ne de param vardı. Ama doğru şeyleri yapacak birikime de sahiptim.

Ne yapmam gerektiğini bulduğumda, Türkiye’nin ilk Türk yapımı mekanik saat markasını yaratırken, neyin, ne sırayla yapılması gerektiğini zaten bildiğimi, çünkü geçmişte temsil ettiğim birçok marka için bunları çoktan yapmış olduğumu fark ettim. Daha da önemlisi, saatlerin dünyasında geldiğim uzman nokta, beni yeni bir estetik bakış açısıyla çoktan donatmamış mıydı?

Böylece mesleki tekâmül ve kişisel gelişimimdeki bir sonraki adım olan ve sıra dışı şartlardan doğan İstanbul Zaman Kumpanyası ile dünyaya kendi cevabımı vermeye hazırlandım.

 

istanbul zaman kumpanyası 2017 ©

Made with Adobe Muse