iistanbul zaman kumpanyası

20 yıl kadar önce Louis Cartier’in çok güzel bir anekdotunu okumuştum. 20. Yüzyılın başıdır,  tasarımcıları bir gün yanına gelir ve artık yapabilecekleri nerede ise her şeyi yaptıklarını, yeni şeyler üretemediklerini söylerler. Cevap şudur, “Beyler, Paris’te yaşıyorsunuz, lütfen sokağa çıkın ve sağınıza solunuza bakın!”

Ben de kendi kültürümü saatlere nakşetmek için İstanbul’da, Zaman Kumpanyası ile yola çıktım. Bakmayı bilenler için tarihin ihtişamlı izleriyle dolu olan İstanbul’un sokaklarını dolaştım. Göz hizamızın üzerinde ya da beklenmedik yerlerde uzun süredir duran, adeta zamanın bekçiliğini yapan bu izler, tasarımcı açısından bulunmaz nimetler sunuyorlar.

Gençlik yıllarımın tarih ve fotoğraf tutkusuyla doldurduğu kütüphanemin raflarına sonraki yılların eklediği saatçilik kitaplarını ve bunların yanı sıra, eski denizcilik aletleriyle ilgili okunabilecek neredeyse hemen her şeyi okudum. Osmanlı ve Osmanlı öncesinde coğrafyamızda yapılmış olan eserlerin kubbeleri, cihannümalar; Türk, Endülüs, Arap, Bizans ve Osmanlı motifleri; eski lombozlar, usturlaplar, pusulalar, güneş saatleri; rubu' tahtası ve kıblenümalar gibi pek çok farklı öğeden ilham aldım. Geçmişten gelen unsurları modern tasarımla birleştiren üslubum zamanla şekil aldı.

Çağdaş klasiklerden oluşan saat koleksiyonumu yaratırken önüme çıkan bir sürü çözümsüzlüğü yıllar boyu öğrendiklerimle aştım, yine aşacağımı düşündüm ve öyle de oldu. Teknik çizim, mühendislik gibi birçok alana giriş yaptım, azimle ilerledim, binlerce saat çalıştım. İstikrarlı gelişimim karşısında şaşkına düşen öğretmenlerim, gelişmiş seviye sorularım karşısında artık yanıtsız kalıyor, “Boynuz kulağı geçti,” diyorlardı. Genç mühendis, yetenekli tasarımcı ve benzersiz zanaatkârımızla işbirliği yaptım. İstanbul Zaman Kumpanyası’nın modern saat klasiklerinin yaratılmasında, Türkiye’nin parlak zekâlarından oluşan bir ekibin değerli katkı ve zarif dokunuşları var.

İstanbul Zaman Kumpanyası’nın tasarımlarında, konu ve konuyu işleyiş açısından referansımı tarihimizden ve binlerce yıllık ortak kültürel miraslardan alıyorum. Mevlana, Nasrettin Hoca, Karagöz ve Hacivat, Osmanlı firkateynleri konulu saat koleksiyonlarımızda, ebru ve mine işçiliği gibi geleneksel Türk Osmanlı el sanatlarını kullanıyoruz.

İstanbul Zaman Kumpanyası’nın koleksiyonunda yer alan her saatin, son teknoloji ürünü bir zaman ölçer olmanın ötesinde bir anlamı, tarihin içinden uzanıp gelen bir hikâyesi var.

Muhammet Siyah Kalem’in gizemli minyatürlerinden alınan binlerce yıllık desenler, aslına en uygun şekilde mine tekniğiyle nakşedildikleri kadranlardan gizemle gülümsüyorlar: Bu yeni düzenlemede kendilerine çarpan bir kalp verildiği için mutlular. İki boyutlu bir sanat formu olan minyatürden gelip, sağlam bir kadran inşasının derinliklerine hat olan bu narin desenler, artık üç boyutlu bir evrendeki sahiplerinin bilek damarına yakın, başka bir nabız gibi atacak, onunla birlikte hareket edecekler.

Çağının ilerisindeki vizyonu ve çok yönlülüğüyle idolüm olan Osman Hamdi Bey de tükenmez esin kaynaklarımdan birini oluşturuyor. Birinci kuşak Türk ressamlarımızdan biri olmasının yanı sıra, ilk gerçek arkeoloğumuz ve müzecimiz olan Osman Hamdi Bey’in ünlü eseri Kaplumbağa Terbiyecisi de saatlerimize konu oluyor.

İstanbul Zaman Kumpanyası’nın son projelerinden biri de Muvakkit: Dünyada ilk defa, her gün değişen namaz saatlerini mekanik olarak gösteren saati tasarlıyorum. 2017 yılında piyasaya sunduğumuzda da, bir saatçilik ilkine imza atmış olacağız.

Saat özellikle erkekler için önemli bir dışavurum: ‘Ben böyle biriyim ve bunu takarım’. Oldukça pahalı saatlere gelindiğinde ise ilginç bir kırılım var. Burada bir arzu objesi olarak saatin estetiğini tamamlayan şey daha ulaşılmaz, yani eşittir, daha eşsiz olması. Ancak, bir saatin zor ulaşılır, yani pahalı olması, onu eşsiz kılmıyor gerçekte. Berlin duvarının yıkılması, Rus ve Çin pazarlarının açılmasıyla beraber, en büyük saat markaları dahi kitlesel üretime girdiler; el işi üretim iddiasıyla ilerleyen en hatırı sayılır markalar bile günümüzde, senede en az 1 milyon adet saat yapıyorlar. Koleksiyonlarını limitli adı altında sunuyor olsalar da, limit kelimesinin anlamını bozuyorlar aslında: Belli bir modelden zaten 2 bin adet yapılacak ve buna, fuar masalarında gelen talebe göre karar veriliyor. Dolayısıyla limit, gerçek bir değer sınırından yola çıkarak var olmuyor her zaman orada. Bir şey değerlidir; eşsiz bir mücevher, bir sanat eseri değerlidir, çünkü ondan bir tane vardır ve bir ikincisi yapılmayacaktır. Saatte de bu tür özünde değerli işleri, sözde değerlilerinden ayırabilmek lazım.

İstanbul Zaman Kumpanyası’nın ise sınırlı üretim yapısı, malzeme özelliği ve estetik bakış açısı gereği, endüstrileşmiş bir şey yaratması mümkün değil. Kasalar tek tek elle yapıldığı ve elle cilalandığı için, saatlerin birbirinin birebir aynısı olması zaten mümkün değil. İki kadran üzerinde yer alan, elle işlenmiş iki benzer mine deseninin tam aynı renkte olması bile hiç olası değil. Eski kadranların çağdaş klasiklerin parçası olabildiği atölyemizde, yeri geliyor, 150 sene öncesinden fazla zarar görmeden kalan ata yadigârı mekanizmalar kullanılıyor. Bulunması bu kadar zor bir malzemeyle en fazla birkaç model çalışmayı seçebiliriz ve bu modellerden biri diğerinin benzeri olamaz.

Kumpanyanın atölyesinde, tarihi mirasımızın yadigârları ve nadide parçaları yeniden hayata döndürülüyor, yeni bir bütünün parçası ya da çerçevesini oluşturuyorlar. Osmanlı motiflerinin kurma kolu olarak yeniden yorumlanabildiği, Dolmabahçe Camii’nin eşsiz kubbesinin saat kadranına dönüşebildiği dünyamızda, sınırsız hayal gücümüzle, özellikleri gereği eşsiz ve dolayısıyla da limitli olmak zorunda olan saatler üretebiliyoruz.

Yapacağımız ilk ve son çok adetli seri saat 1915 olacak. Çanakkale Savaşları’nın 100. Yıldönümü ve saygıdeğer şehitlerinin anısına ithafen yaratılan ilk Türk yapımı mekanik kol saati koleksiyonunun, 1915 adette üretilmesi, bu saatin çıkışını, özellikle Türkiye ve Avusturalya’da bekleyen yüzlerce kişilik başlangıç kitlesinin beklentisini karşılamamız açısından gerekliydi. Ayrıca, unutulmaz insani erdemleriyle zamana damgasını vuran savaşın tarihini vurgulamak açısından da önemliydi. 1915’ten sonraki hiçbir saat koleksiyonumuz 15-20 adetten fazla üretilmeyecek. Bunun, saatlerimizin değerlerini her zaman koruması ve zaman içinde de artırması açısından önemli bir adım olduğunu biliyorum.

Maddi ve manevi değerlerin bir arada önem taşıdığı dünyamızda, kurucusu ve tasarımcısı olduğum İstanbul Zaman Kumpanyası’yla, saat severlerin hayatına her anlamda değer katmak istiyorum.

 

istanbul zaman kumpanyası 2017 ©

Made with Adobe Muse